Hayal edin sokakta gofret yiyerek yürüyorsunuz, gofretiniz bitti. Etrafa baktığınızda paketini atabileceğiniz bir çöp kovası bulamadınız. Sokakta da kimse yok. Yani paketi yere atsanız bile kimse görmez. Peki bu durumda ne yapardınız? Paketi yere mi atardınız yoksa bir çöp kovası bulana kadar tutar mıydınız?
İşte psikiyatride böyle durumlar ünlü psikanalist Sigmund Freud tarafından geliştirilen “yapısal kişilik kuramı” ile inceleniyor. Bu kuram, insanın kimliğini ve iç dünyasını oluşturan zihnin fonksiyonlarını açıklamaya yönelik çalışmaları ele alıyor.
Freud, yapısal kişilik kuramı ile kişiliğin temel özelliklerine dair yapıların anlaşılması noktasında yeni ufuklar açmış; davranışı motive eden faktörlere ve bilinçaltının işlevine odaklanmıştır. Freud’un 1926’da zihinle ilgili yeni ve dinamik bir model olarak önerdiği yapısal kişilik kuramı ilk olarak “Ego ve Id” adlı kitabında ele alınmaktadır. Zihnin sistemi, işleyişi ve yönlendiricilerini açıklayan yapısal kişilik modeli ile ilgili çalışmalarında Freud, zihnin üç temel yapıdan oluştuğunu ileri sürmektedir. Id, ego ve süperego şeklinde adlandırılan bu yapılar, düşüncenin farklı yönlerini temsil eder.
Bu kuram, insanın iç dünyasında bulunan farklı bilinç düzeyleri arasındaki çatışmaları anlatır ve bu iç içe unsurların fiziksel olmadığını vurgular. Böylece farklı bilinç düzeyleri arasında süren mücadelenin açıklanmasına yardım eder. Freud’a göre id, ego, süperego düşünce yapılarından hangisi baskınsa insanın kişiliğini de o düşünce yapısı belirlemektedir. Ancak bunların hangisinin daha baskın olduğu hayatın farklı dönemlerinde değişebilir. Genellikle doğuştan itibaren insanın değişim ve gelişim sürecinde idden, ego ve süperegoya doğru bir değişim yaşanmaktadır.
Yazının başında verdiğimiz örneği de bu bağlamda incelediğimizde elimizdeki paketi yere atma düşüncesi ide, onun aksine çevreye karşı bilinçli olma düşüncesi de süperegoya aittir. En yakın çöp kovasını bulana kadar beklemek gibi mantıklı bir karar ise egoya aittir.
Zihni üç parçaya bölen Freud ünlü buzdağı modelinde bilinçli zihni “ego” olarak adlandırır ve bunu buzdağının görünen kısmına benzetir. Suyun altında ise sırasıyla “süperego” olarak adlandırılan ön bilinç seviyesi ve en atta “id” olarak adlandırılan bilinçaltı bulunur. Şimdi, her birine, bireysel olarak nasıl çalıştıklarına ve nasıl etkileşim kurduklarına daha yakından bakalım.
İd (Alt Benlik) Nedir?
İd, tüm arzuların, isteklerin ve ihtiyaçların anında tatmin edilmesi için çabalayan haz ilkesi tarafından yönlendirilir. Freud’un id olarak adlandırdığı olguyu Jung “gölge ve ruhun daha alt konumdaki parçası” şeklinde değerlendirir. İd, sonuçları ne olursa olsun içgüdüsel tatmine ihtiyaç duyar. Bu nedenle istekleri karşılandığında mutlu, karşılanmadığında ise stres altında hissettirir.
Ona göre insanın bu parçasında yalnızca olumsuzluklar yoktur. İdin olumlu, yapıcı bir alana mı yoksa tamamen bir felakete mi sürükleyeceği ise bilincin hazırlıklı olmasına ve yaklaşımına göre değişecektir.
İnsanların çocukluk yaşlarındaki tüm davranışları id tarafından yönlendirilir. Ego ve süperego yaş ilerledikçe şekillenir. Çocukların yeni bir oyuncak istediği ve sizin de almayı kabul etmediğiniz zamanlarda öfke nöbetleri geçirmesi bu nedenledir. Davranışlarının sonuçlarını dikkate almazlar ve ihtiyaçlarının karşılanmasını erteleyemezler.
Latince “ben” demek olan ego, yapısal kişilik kuramına göre, kişinin kendi olarak ifade ettiği kısımdır. Ego, bilinçliliği kapsar. Olaylara daha gerçekçi yaklaşır, anlamlandırır, kendini gözlemler ve ona göre kararlar alır. Kişiliğin yürütme organı olan ego; eylemi denetler, nesnelerle ilişkileri belirler. Zaman zaman da id ile süperegoyu dengede tutmaya çalışır. İd gibi, ego da zevk arar ve acıdan kaçınır. Ancak idden farklı olarak ego, zevk elde etmek için gerçekçi yollara başvurur.
Freud’un algısal bilinç dediği ego hem iç hem de dış dünyada olup bitenlerden haberdardır. Problemlerin çözümüyle ilgilenir. Savunma mekanizmalarını devrede tutar. Dış dünyayı yok sayan ve ne pahasına olursa olsun doyumu kovalayan idi dengelemek gibi bir işlevi olsa da bazen toplumsal yargılanma baskısından kurtulduğu anlarda idin isteklerini ön plana alıp vicdanı susturabilir. Bu noktada hem idin verdiği psikolojik baskıdan kurtulur hem de yön değiştirmeler ve bahanelerle süperegoyu baskılar. Yani ego, hareketin denetim merkezi olarak hangi içgüdülere cevap vereceğini nihai olarak tayin eder.
Ego, gerçeklik ilkesini kullanma girişiminde başarısız olursa ve kaygı yaşanırsa, hoş olmayan duyguları (yani kaygıyı) savuşturmak için inkar, öfke gibi bilinçsiz savunma mekanizmaları devreye girer.
“İnsanın yüksek yanı”, “mükemmellik yönünde çaba harcayan kısmı” veya “özel ve farklılaşmış mekanizma” şeklinde tarif edilen süperego, kişiliğin vicdani ve ahlaki yönüdür. Ahlak ilkesine göre hareket edip kişinin vicdanını oluşturan bu yapı, en katı kurallarla şekillenir. Ödül ve ceza uygulamaları ile ortaya çıkar ve pekiştirilir.
Süper Ego, otoriterdir ve egoyu mükemmelliğe taşımak ister. Egonun zayıflıklarına tahammül edemediğinden ona sert davranır. Aslında id gibi süperego da mantık dışıdır. İdin isteklerini dengelerken toplum tarafından takdir edilme, beğenilme arzusu ya da kabul görmeme, dışlanma korkusu ile akıl kuralları dışında kalan davranışlar sergileyebilir.
Süperego, insanda doğumdan itibaren en son gelişen sistem olarak genellikle anne ve baba veya güçlü bir otorite tarafından aktarılan geleneksel değerlerinin içsel temsilcisi konumundadır. Çeşitli yargıların neticesinde doğruyla yanlışı tayin eder. Bu sisteme tabii olan insan, zamanla kendi içinde gözlendiğini, kontrol edildiğini düşünmeye başladığından süperegonun büyük bir boyutu olan “vicdan” ve “ideal benlik” ortaya çıkar.
Vicdan, içimizde doğru olanı yapmamızı söyleyen sesin ve özeleştirinin kaynağı olan bilinçdışının bir parçasıdır. İnsanın yaptığı hatalara ahlaki bir anlam yükleyerek suçluluk duygularına neden olur ve egoyu cezalandırır.
İdeal benlik ise nasıl olmanız gerektiğine dair hayali bir resimdir. Kariyer hedeflerimizi, diğer insanlara nasıl davranılacağını ve toplumun bir üyesi olarak nasıl hareket edileceğini temsil eder. Süper ego, ‘doğru’ davrandığımızda gurur duymamızı sağlayarak bizi ideal benlik aracılığıyla ödüllendirir. İdeal benlik ve vicdan, genellikle çocuklukta ebeveyn değerleriyle ve yetiştirilme tarzıyla belirlenir.
Sağlıklı Bir Kişilik İçin Denge Nasıl Sağlanmalıdır?
Freud’a göre, sağlıklı bir kişilik; id, ego ve süperego arasındaki denge sağlandığında oluşur. Dengesizlik zorluklara yol açar. Bir kişide id daha belirginse bu kişi toplum kurallarını dikkate almadan dürtüleriyle hareket edecektir. Bu, kontrolden çıkmalarına ve hatta yasal sorunlara yol açmalarına neden olacaktır. Eğer insanın kişiliğinde süperego daha baskın olursa, kişi katı bir şekilde ahlakçı olacaktır. Bunun sonucunda standartlarını karşılamayan herkesi olumsuz olarak yargılama potansiyeli taşır.
Son olarak, ego baskın hale gelirse, bu, toplumun kural ve normlarına bağlı olan bir bireyin katılaşmasına, değişimle başa çıkamamasına ve kişisel bir doğru ve yanlış kavramına varamamasına yol açabilir. Bu üçünü dengede tutmak için empati ve iletişim yeteneğimizi geliştirmek, kendimize ve çevremize saygı duymak, stresle nasıl başa çıkılacağını öğrenmek gibi konular büyük önem taşır.