Postbiyotikler literatürde oldukça yeni bir konudur. Tanımı tam olarak netleştirilememiş olmakla beraber şu anda; fermantasyon sürecinde bağırsaklarımızdaki mikroorganizmaların ürettiği ya da hücresel yıkım sonrası açığa çıkan biyoaktif maddeler olarak tanımlanmaktadır. Biyotik kelimesi, ‘biótikós’ yani ‘canlı ile ilgili’ anlamına gelen kelimeden türetilmiş ve kullanılmaya başlanmıştır.
Mikroorganizmaların tümünü ‘hasta olmama neden oluyor’ şeklinde düşünebilirsiniz. Fakat bu düşünce doğru değil. Çünkü vücudumuzda probiyotik adını verdiğimiz birçok yararlı mikroorganizma da vardır. Hatta vücudumuz, 100 trilyondan fazla mikroorganizmaya ev sahipliği yapmaktadır.
Postbiyotikler, probiyotiklerin besinlerini yani prebiyotikleri tükettikten sonra ya da tüketim esnasında açığa çıkardıkları metabolit maddelerdir. Postbiyotiklerin oluşması için fermantasyon olayının gerçekleşmesi gerekir. Bunları bir nevi ‘atık’ madde gibi düşünebilirsiniz. Ama atık kelimesi kafanızda olumsuz bir düşünce uyandırmasın. Çünkü postbiyotikler, bizim ürettiğimiz metabolit maddelerden farklı olarak sağlığımızı iyileştirici özellikler göstermektedir. Postbiyotikler; kısa zincirli yağ asitleri, lipopolisakkaritler, ekzopolisakkaritler, enzimler, bakteriyel lizatlar, hücre içermeyen süpernatantlar, proteinler, vitaminler, kofaktörler, organik asitler, hücre duvarı parçaları ve lipoteikoik asitlerdir.
Birden fazla probiyotik mikroorganizma ve bunların beslendikleri çok sayıda prebiyotik madde vardır. Bu iki faktörün fazla çeşitte olması, üretilecek postbiyotik madde çeşitinin de oldukça zengin olmasını sağlar. Bu durumu bir nevi matematikteki kombinasyon gibi düşünebilirsiniz. Bu sayede kendine özgü özellikleri olan oldukça fazla postbiyotik madde oluşur. Postbiyotiklerin hem oluşum mekanizması hem de raf ömrü birbirinden farklılık göstermektedir.
Bu olumlu etkiler; anti-inflamatuvar, antimikrobiyal, antikanser ve antioksidan olarak söyleyebiliriz. Ayrıca bunların yanında; yüksek tansiyonun kontrol altına alınmasını sağlar, kandaki kolesterol seviyesini düşürür, antiobezite özellik gösterir, saman nezlesi olarak bildiğimiz alerjik rinit semptomlarını azaltır, bağışıklık sisteminin fonksiyonunu iyileştirir, karın bölgesindeki şişkinliğin azalmasını sağlar, çocuklarda büyümeyi destekler, solunum yolu hastalıklarını iyileştirir, yetişkinlerde kabızlığın iyileşmesini sağlar, egzamanın iyileşmesini sağlar, duygusal durumumuzu iyileştirir, açlık ve tokluk hissini düzenler, yaşlılarda görülen soğuk algınlığını azaltır, antikor üretimimizi destekler, alkol tüketimi sonucu oluşmuş karaciğer hastalıklarının semptomlarını hafifletir ve irritabl bağırsak sendromunu iyileştirir. Ayrıca hem fonksiyonel gıda hem de farmasötik endüstrisinde hastalıkları iyileştirici olarak kullanılabilir. Bu sayede bağırsaklarımızda hali hazırda bulunan probiyotiklere destek sağlar. Uzmanlar sağlık yararlarından faydalanmak için vücudumuza yeni bir probiyotik mikroorganizma almak yerine postbiyotik tüketiminin daha güvenli ve pratik olabileceğini belirtmişlerdir. Bu durumun sebebi, bir mikroorganizmanın probiyotik olarak kabul edilmesi için oldukça aşamalı analiz ve deneylerden geçmesi gerektiğidir. Oysa postbiyotikler, probiyotik ve prebiyotiklerin doğal bir şekilde birlikte oluşturdukları maddelerdir.
Postbiyotikler, organlarımıza ya da dokularımıza sinyal gönderilmesini sağlayarak farklı biyolojik tepkilerin oluşumuna neden olur. Vücudumuza yararlı etkilerini de bu mekanizmalar sayesinde gerçekleştirirler.
Postbiyotikler; toksik özellik göstermez, birbirinden farklı kimyasal yapılara sahiptir, bağırsaklarımızdaki enzimlere karşı dayanıklıdır, mide ve bağırsak sisteminde stabil bir şekilde kalabilir ve probiyotiklerle kıyaslandığında daha uzun raf ömrüne sahiptir. Uzun raf ömrü sayesinde daha rahat kullanım sağlar.
Postbiyotikler sadece bizler için değil aynı zamanda hayvanlar için de oldukça yararlıdır. Bu nedenle postbiyotiklerin kullanım alanları; gıda, farmasötik, tarım, hayvancılık ve kültür balıkçılığı olarak söylenebilir.
Lahana turşusu, yoğurt, kefir, kimchi (geleneksel Kore yiyeceği), salamura sebzeler en fazla postbiyotik içeren gıdalardır. Postbiyotik gıdalar, probiyotik ya da prebiyotik gıdalar kadar fazla gıda çeşidinde bulunmamaktadır. Bu nedenle postbiyotik takviyeleri akla gelmektedir. Postbiyotik takviyeler günlük olarak pratik bir şekilde tüketebilmemiz için üretilmiştir fakat henüz probiyotik ve prebiyotik takviyeler kadar yaygın değildir. Bu durumun nedeni, postbiyotiklerin henüz çok yeni bir konu olmasından kaynaklanmaktadır. Gelecek yıllarda daha fazla literatür ve üretim çalışmaları yapılarak, postbiyotik takviyelerin daha fazla gelişmesi öngörülmektedir.
Takviye kullanmak yerine daha fazla probiyotik içeren gıdaları ve prebiyotikleri tüketerek postbiyotik üretimini destekleyebiliriz. Probiyotik gıdalar; probiyotikli yoğurt, parmesan peyniri, kımız, boza, kefir, lahana turşusu, Miso (Japonlara özgü geleneksel bir yemek) ve kombuça çayı olarak söylenebilir. Prebiyotik gıdalar ise; pırasa, yer elması, sarımsak, soğan, kuşkonmaz, tam tahıllar, muz ve lifli sebzelerdir.