Vücudumuzda gözle göremediğimiz, bizi hastalıklardan korumak için çabalayan mikroorganizmaların olduğunu biliyor muydunuz? Bu mikroorganizmaların sayısı vücutta bulunan hücrelerin sayısından on kat daha fazladır.
Vücudumuzda gözle görülmeyen mikroorganizmaların tamamına “mikrobiyota” denir. Bakterilerden, mantarlardan ve virüslerden oluşmaktadırlar. Bağırsakta daha yoğun bir şekilde bulunan mikrobiyota; mide, ağız, göz, cilt gibi vücudun çeşitli bölgelerinde bulunmaktadır. Bebek henüz anne karnında iken, bağırsak mikrobiyotaları oluşmaya başlamaktadır. Bağırsak mikrobiyotasında trilyonlarca, genellikle zararsız canlı mikroorganizma bulunmaktadır. Hatta zararlı olmanın aksine bu mikroorganizmalar insan sağlığı için oldukça faydalıdır. Bu yararlı mikroorganizmalar “probiyotik” olarak bilinmektedir.
Probiyotik kelimesi, Yunanca’da “yaşam için” anlamına gelmektedir. Bu terim ilk kez 1908 yılında Nobel ödüllü Rus bilim insanı Elie Metchnikoff tarafından ortaya atılmıştır. Bu keşif, Metchnikoff’un çevresinde bulunan Bulgar insanların sürdürdüğü uzun ve sağlıklı yaşamın gizemini çözmek amacıyla, o insanların yaşam tarzlarını gözlemlemesi ile başlamıştır. Bilim insanı, gözlemlerinin devamında fermente sütün Bulgarlar tarafından fazlaca tüketildiğini görmüştür. Bu yüzden, Bulgarların uzun yaşamasının nedeni olabilecek olan fermente sütü incelemeye karar vermiştir. Bu incelemelerin ardından, Bulgarların uzun ve sağlıklı yaşamların sırrının fermente sütte yer alan çubuk şeklindeki bakteriler olduğunu belirlemiş, fakat bilimsel bir tanım yapamamıştır. 1974 yılında ise bilim insanı Parker, probiyotikleri “intestinal (bağırsak) sistemin mikrobiyal dengesine katkıda bulunan organizma ya da madde” olarak tanımlamış ve probiyotikler için o zamana kadar kabul edilen en doğru tanımı yapmıştır. Günümüzde ise probiyotikler, Dünya Sağlık Örgütü tarafından “yeterli miktarda alındığında sağlıklı etki gösteren canlı hücreler” olarak tanımlanmaktadır.
Yıllar içinde probiyotikler; süt ürünleri, içecekler, tahıl ürünleri ve çikolata gibi daha pek çok gıdaya eklenmiştir. Gıdaların kullanımındaki artış probiyotikler ile yapılan çalışmaların da artmasını sağlamıştır. Çalışmalar sonucunda, probiyotiklerin farklı yararları da keşfedilmiş ve takviye gıdalar geliştirilmiştir. Fakat, probiyotik içeren gıdalar mı yoksa takviyeler mi sağlığa daha hızlı ve etkili biçimde fayda sağlar sorusunun cevabı henüz net olarak bilinmemektedir. Çünkü probiyotik içeren gıdalar, gıda ile probiyotiğin etkileşimi sonucunda oluşan besin, iki bileşenin ayrı ayrı etkisinin toplamından bile daha fazla (sinerjik) etki göstermektedir. Bu nedenle, hastalıkları önleme ve tüketimde süreklilik gösterme açısından probiyotik içeren gıdaların tüketimi önerilirken; hastalık anında iyileşebilmek için ise takviyelerin kullanımı tavsiye edilmektedir.
Probiyotikler, bağırsakları düzenleyerek bağışıklık sisteminin gelişmesine katkı sağlamaktadır. Ayrıca bu mikroorganizmalar, bağışıklık sisteminin bir elemanı olan T-lenfositlerle birlikte çalışarak vücuttaki iltihabı azaltmakta ve bağırsak hareketlerini düzenlemektedir. Tabii ki probiyotikler sadece bağışıklık sistemine fayda sağlamakla kalmaz. Bunun yanı sıra; besinlerle alınan B ve K vitaminlerinin bağırsakta emilimine yardımcı olur, kolesterol seviyesini düşürür ve kanser oluşumunu engeller. Yapılan güncel araştırmalar sonucunda, probiyotiklerin kemik erimesini de engellemeye yardımcı olduğu görülmüştür.
Birer canlı olan probiyotikler, çevresel faktörlerden olumlu veya olumsuz şekilde etkilenebilmektedir. Eğer ki probiyotikler ısı, ışık ve pH değişimi gibi dış faktörlerden olumsuz etkilenirse bağırsaklardaki miktarları azalır ve bağırsak dengesi bozulabilir. Bu mikrobiyal denge bozukluğu, günlük beslenme düzeninde probiyotik içeren gıdalara yer verildiğinde yeniden düzenlenerek eski sağlıklı haline gelebilmektedir.
Probiyotikler, prebiyotikler ile beslenmektedir. Prebiyotikler, probiyotiklerin canlı kalmalarını, görevlerini yerine getirebilmelerini ve çoğalmalarını sağlamaktadır. Prebiyotikler genel olarak diyet lifi de denilen karbonhidratlardır. İnsanların sindirim sisteminin sindiremediği diyet lifleri, probiyotikler tarafından sindirilerek hem sağlığı olumlu yönde etkilemekte hem de bağırsaklardaki probiyotikleri besleyerek bağırsak mikrobiyotasının dengede kalmasına yardımcı olmaktadır. Yani probiyatikler bizimle birlikte yaşayarak özellikle bağırsak sistemimizin çalışmasını sağlarken prebiyotikler, bu organizmaların işlevlerini yerine getirebilmek için ihtiyaç duydukları besinlerdir.
İçeriğinde FOS (fruktooligosakkarit), GOS (galaktooligosakkarit), izomalt oligosakkarit, inülin ve dirençli nişasta gibi bileşenler en çok bilinen prebiyotiklerdir. Dolayısıyla, bu bileşenleri içeren gıdalar prebiyotik özellik göstermektedir. Bu bileşenler; muz, kuşkonmaz, çilek, pırasa, yer elması, sarımsak, soğan, yulaf, baklagiller ve bezelye gibi gıdalarda bulunmaktadır.
Siz de kendiniz için faydalı bir şey yapmak isterseniz, bağırsaklarınıza iyi bakmak için beslenmenizde probiyotiklere ve onları da beslemek için prebiyotiklere daha fazla yer verebilirsiniz. Hipokrat’ın da dediği gibi: ‘’Bütün hastalıklar bağırsaktan başlar. Bağırsak hasta ise vücudun geri kalan kısmı da hastadır.’’