Joy Milne adlı kadının diğer insanlarda bulunmayan çok ilginç bir yeteneği var: Parkinson hastalığının kokusunu alabiliyor. Kocasına Parkinson teşhisi konulmadan 12 yıl önce bu kokuyu keşfetti. Parkinson hastalığının kokusu mu var diye soracak olursanız, gelin hikâyeyi baştan alalım.
Hemşire olarak çalışan Joy Milne evliliğinin 10. yılında ilginç bir olay yaşar. Eve geldiğinde kocasından daha önce hiç şahit olmadığı kötü bir kokunun yayıldığını fark eder. Önce kocasını hijyen alışkanlıklarıyla ilgili suçlar. Ancak adam ne kadar yıkanırsa yıkansın koku üzerinden bir türlü gitmez. Hatta bu koku zaman geçtikçe giderek daha yoğun bir hale gelir. Yıllar geçtikçe Joy değişenin yalnızca kocasının kokusu olmadığını hissetmeye başlar. Kişiliği ve karakterinde de değişimler olduğunu gözlemler. En sonunda bu konuyla ilgili doktora giderler ve adama Parkinson teşhisi konulur.
Kunath, Parkinson hastası olan bir grup insandan ve Parkinson hastası olmayan başka bir grup insandan evlerine tişörtler almalarını, bunları gece boyunca giymelerini ve sonra geri vermelerini ister. Sonra Kunath tişörtleri koklaması için Joy’a verir. Hepsine rastgele sayılar verilir ve bir kutuya konur, ardından her birini çıkarıp bir puan vermesi istenir. Bu deneyin amacı Joy ’un sadece koklayarak Parkinson hastalığını tespit edip edemeyeceğini öğrenmektir. Hatta kokusundan hasta olduğunu düşündüğü kişinin Parkinson'un erken evresinde mi ileri evresinde mi olduğunu yorumlanması istenir. Tek bir katılımcı hariç Joy diğer tüm katılımcıları doğru analiz etmeyi başarır. Joy, sağlıklı olan kontrol grubundaki bir adamın bu hastalığa sahip olduğunu tespit etmekte yanılır. Ancak Joy bir hata yapmamıştır. Sağlıklı olduğu düşünülen bu gönüllü kişiye 8 ay sonra Parkinson teşhisi konulmuştur.
Joy Milne’nın bu ilginç yeteneği sayesinde araştırmacılar Parkinson sonucu ortaya çıkan koku moleküllerini tespit etmeye çalıştılar. Hastaların derisi üzerinden alınan örnekleri koklayan Joy ve diğer teknik analizler sonucunda Parkinson’a özgü kokunun oluşmasına neden olan 4 madde keşfediliyor. Buna ek olarak Joy Milne’nın tüberküloz, Alzheimer, diyabet ve kansere ait kokuları da ayırt ettiği görülmüştür.
Joy’un bu yeteneğinin neyden kaynaklandığı henüz tam olarak bilinmiyor. Burundaki koku reseptörlerinin sayısı fazla olabilir, burunda koku alma alanı olan olfaktör epitelinin büyük olmasından ya da beyindeki koku merkezlerindeki özelleşmiş devrelerden kaynaklanıyor olabilir. Gelin, Joy’un bu yeteneğinin nedeni hakkında tahmin yürütebilmek için koku almanın nasıl gerçekleştiğine bakalım.
Koku molekülleri, burun mukozasında bulunan koku reseptörlerine bağlandığında, bu reseptörler uyarılır. Koku reseptörleri, bu uyaranları sinir impulslarına (uyartılarına) dönüştürerek beyine iletilmek üzere sinir liflerine ileterek sinirsel sinyaller oluşturur. Oluşan sinir impulsları, burun içindeki koku reseptörlerinden oluşturulan sinir lifleri aracılığıyla beyine iletilir. Bu sinir lifleri, koku impulslarını beyne taşır ve beyindeki koku merkezlerine ulaştırır. Beyindeki koku merkezleri, gelen sinir impulslarını işler ve bu impulsları koku olarak algılamamızı sağlar. Koku impulsları, beynin limbik sistemi olarak bilinen bölgesine yönlendirilir. Limbik sistem, duygular, hafıza ve davranışları düzenlemede önemli bir rol oynar ve bu nedenle koku, duygusal tepkiler ve anılarla yakından ilişkilidir.
Koku duyusu insan için muazzam çeşitlilikte olsa da diğer canlılara göre oldukça zayıfız. Örneğin 70 kg’lık bir insanın sahip olduğu olfaktör epitelin toplam alanı 10 cm2 iken, 3 kg’ lık bir kedinin 20 cm2 dir. Köpeklerde ise bu alan çok daha fazladır. 170 cm2lik alan koku için ayrılmıştır. Her bir cm2deki reseptör sayısı insanlarınkinin 100 katıdır. Yani, bir insanda ortalama 12 milyon koku reseptörü varken köpekte 1 milyar reseptör bulunmaktadır.
Eğer gerçekten hastalıklara ait çeşitli kokular varsa bunu en iyi algılayabilecek canlılar köpekler olmalıdır. Nitekim de öyledir. Gelin, köpeklerin bu yeteneklerine göz atalım.
Bu konuda ilk kayıtlar 1980’lere kadar uzanmaktadır. Bir köpek, sahibinin sürekli olarak bacağındaki beni koklar. Hatta sonunda beni ısırmaya çalışması üzerine sahibi, benden şüphelenmeye başlar. Daha sonra gittiği dermatolog hastayamelanom (cilt kanseri) teşhisini koyar. Bir köpeğin melanomu tespit ettiğine dair ilk raporun ardından, bir köpek tıpkı narkotik operasyonlarda kullanılan köpekler gibi cilt kanseri hücrelerini tanıyacak şekilde eğitilir. Bu köpekler kısa süre içerisinde sadece o kişinin üzerindeki ben ve lekeleri koklayarak o kişide kanser olup olmadığını ayırt edebilecek bir hale gelirler.
2006 yılında yapılan çalışmada, 5 tane sıradan köpek alınıyor. Bu köpekler bir süre boyunca akciğer kanseri olan hastaların nefes kokularıyla eğitiliyor. Daha sonra bu köpekler tamamen yeni popülasyonda akciğer kanserini tespit etmek için test ediliyorlar. Sonuçlar ise inanılmaz. Köpeklerin akciğer kanserini tespit etmedeki başarısı biyopsinin başarısı ile aynıdır (%99).
Yapılan tüm bu araştırmalarda köpeklerin sadece koklama aracılığıyla akciğer, meme, cilt ve mesane kanserlerini tespit edebildiği kanıtlandı.
Etkisinden yeni çıkabildiğimiz pandemi zamanlarında ise köpeklerin koronavirüs bulunan insanların kokusunu algılayabildiklerini biliyor muydunuz? Deneyde 6 köpeğe koronavirüse yakalanan insanların kokusu, giydikleri çoraplar, yüz maskeleri, tişörtler koklatılarak öğretildi.
Bu kokuyu tanıdıkları ve kendilerine gösterilen giysilerin hasta birinden mi sağlıklı birinden mi geldiğini doğru bildiklerinde ödüllendirildiler. Üstelik köpeklerin sıradan griple Covid'i ayırt edip edemediğini görmek için, gripli ve diğer solunum yolları hastalıkları geçiren insanlardan da örnekler alındı. Köpeklerin deneyde ulaştıkları bulgular laboratuvar testleri ile de doğrulandı ve koronavirüs vakalarının yüzde 88'ini tespit ettiği belirlendi.
Joy Milne ve köpeklerde yapılan tüm çalışmalar bize hastalıkların kendisine özgü kokusu olduğunu göstermektedir.