Herkesin etrafında, kilosundan yakınan ve sürekli diyet yaptığı halde ideal kilosuna ulaşamayan en az bir kişi vardır. Çevrelerinde bulunan insanlar tarafından bu durum ise metabolizma ile ilişkilendirilebilir. Ancak problem, sadece metabolizma ile ilgili olmayabilir. Temelde yatan sorun yüksek insülin olabilir. Peki insülinin fazlalığı ne anlama gelir ve diyeti ne şekilde etkiler?
Öğünler arasında ve uzun süreli açlıkta glikoz (kan şekeri) seviyesi normal sınırlar içinde tutulmaya çalışılır. Glikozun belirli bir sınırda tutulması, enerji kaynağı olarak glikozu kullanan organlar için çok önemlidir. Glikoz seviyesinin dengesi pankreastan salgılanan insülin ve glukagon hormonları ile sağlanır. Eğer kan şekeri yani glikoz yüksekse hücreler kan dolaşımından glikozu hücreye alır. Sonrasında ise kan şekeri seviyesinin düşmesi için insülin salgılanır. Eğer kan şekeri düşükse karaciğerde depolanan glikozun kan dolaşımına girmesi sağlanır. Kan şekeri seviyesinin yükselmesi için ise glukagon hormonu salgılanır. İnsülin hormonu sayesinde kan dolaşımındaki şekerin hücre içerisine alınması ve enerji üretimi amacıyla kullanılması sağlanır. Böylece hormonlar ile kanda bulunan kan şekeri (glikoz) seviyesi düzenlenir.
Pankreas hücrelerinden salgılanan insülin hormonu; karbonhidratlar, amino asitler ve serbest yağ asitleri gibi kan dolaşımındaki besin maddelerinin seviyesini düzenler. İnsülin bunu, “insülin reseptörü” adı verilen yapıya bağlanarak yapar. Bu reseptör, çeşitli nedenlerle insüline bağlanamayabilir. Bu durumda insülin kanda yeterli miktarda olduğu halde, vücut tarafından görevini yapmıyormuş gibi algılanır. Böylece glikoz hücreler içerisine alınmaz ve hücrelerde şeker ihtiyacı oluşur.
Oluşan yüksek insülin sorunu sonucunda vücut hem şekeri kullanamaz hem de şekerin fazlalığının farkında olduğundan sürekli insülin üretimine teşvik eder. İnsülin seviyesi yüksekse hem yağ yakamayız hem de vücudumuz kaloriyi yağ olarak depolamak için çalışır. Yani kilo verme sorunu her zaman yavaş bir metabolizmanın sonucu değildir. İnsülin yüksekliği de buna sebep olabilir. Eğer gerçek sorun bulunursa, gerçek çözüm de bulunmuş olur.
Dışardan glikoz sağlanamadığında, karaciğer depoladığı glikoz formunu yani glikojeni kullanmaya başlar. Eğer o da tükenirse, dolaşımdaki glikoz öncelikle karaciğerdeki glukoneogenezden sağlanır. Gluko; şeker, neo; yeni, genesis; oluşturmak demektir. Yani kendi maddelerimizden şeker üretilir. Kanda halihazırda şeker bulunduğu halde sürekli şeker üretimi de devam eder. Bu durumda hem karaciğer yorulur hem de toplamdaki glikoz miktarı sürekli artar. Bunun yanında şeker miktarı arttığı için insülinde yetersiz gibi algılanıp, sürekli insülin üretimi tetiklenir.
Yüksek insülin sorununun neden kaynaklandığı hala gizemini koruyan bir konu olsa da insülin direncinin yüksek insüline sebep olduğu düşünülmektedir. İnsülin direnci, insülinin glikozu hücre içine gönderme etkisinin azalması veya kaybolması olayıdır. Bu nedenle vücudun, enerji için kandaki glikozu kullanamadığı durumdur. Bu olay sonunda kanda artan glikoz, insülin salgılama mekanizmasını uyarır. Böylece hiperglisemi ve hiperinsülinemi birlikte oluşur. İnsülinin karaciğer, kas ve yağ dokusundaki etkilerine karşı direnç oluşarak, karaciğer kaynaklı glikoz yapımı artar. Kas ve yağ dokusuna insülin aracılığıyla olan glikoz alımı azalır.
Kandaki kalıcı olarak yüksek insülin konsantrasyonlarının da genellikle insülin direncinin üstesinden gelme çabası olduğu düşünülmektedir. İnsülin direnci, vücut hücrelerinin insüline normalden daha az tepki vermesi durumunu ifade eder. Bu durumda, pankreas daha fazla insülin salgılamak zorunda kalır çünkü hücreler normal düzeyde insüline yanıt vermezler. Sonuç olarak, kandaki insülin seviyeleri yükselir ve hiperinsülinemi denilen durum ortaya çıkar.
İnsülin direnci, vücuttaki şekeri kontrol etmek için salgılanan insülinin etkisini göstermesindeki zorluk olarak tanımlanabilir. Normal şartlarda vücut şekeri 1 ünite insülin ile kontrol altına alabiliyorken insülin direnci olan hastalarda vücut 2-3 ünite insülin salgılamak durumunda kalır. İnsülin direnci arttıkça, şeker kontrolünü sağlamak için insülin de artmış olur. Bu da vücutta gereğinden fazla insülin salgılanması anlamına gelir.
Bu büyük sorun, çocuklarda ve ergenlerde yüksek açlık insülin düzeylerinin (ve buna eşlik eden insülin direncinin) ileri ki yıllarda daha fazla kilo alımıyla ilişkili olduğunu bulan epidemiyolojik çalışmalar da yer almaktadır.
Büyük ölçüde sınırsız insülin üretimi nedeniyle, obezite, tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalık riskini artmaktadır. Epidemiyolojik çalışmalarda yüksek dozda insülin tedavisinin kardiyovasküler hastalık riskinde artışla ilişkili olduğu görülmüştür.
Çabuk acıkma, geç doyma ve yemek yedikten 2-3 saat sonra acıkma hissi gibi yemek problemleri belirtilerdendir. Ek olarak elde ayakta titreme, soğuk soğuk terleme ve baygınlık hissi gibi biyolojik etkileri de olabilir. Ani kilo artışı olan, ailesinde fazla kiloya sahip ve diyabetli insanların varlığı durumlarında insülin direncinden şüphelenilir. Bu belirtilere de ek olarak özellikle geceleri sık idrara çıkma, karın bölgesinde yağlanma, mide bulantısı ve düşük ruh hali gözlemlenmektedir.
İnsülin direnci, genetik yatkınlık, hareketsiz yaşam tarzı, sağlıksız beslenme sonucu tetiklenmektedir. Genellikle, genetik yatkınlık etkili olmaktadır. Son zamanlarda da sedanter yaşam tarzı denilen fiziksel aktivitenin hiç olmadığı ya da düzensiz olduğu bir yaşam tarzı yaşayan, hazır gıda ile beslenen insanların artışıyla insülin direnci daha sık karşımıza çıkmaktadır. İnsülin direnci kilo alımı ile artarken, kilo verilmesi ile azalır. Böylelikle insülin direnci gelişiminde yağ birikiminin önemi anlaşılmaktadır.
Yaşam tarzı değişikliği ve düzenli egzersiz ile harcanan kalori artırılıp, vücut yağ oranı azaltılmalı, sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazandırılmalıdır. Sadece egzersiz ve sağlıklı besleme ile %60 düzeylerinde insülin direnci etkisinin azaldığı tespit edilmiştir. Gereken hastalarda insülin direncini kıran ilaçlarla bu faktörlere destek olunabilir, ancak bilinmelidir ki sadece ilaçlar tek başına insülin direnci ile baş edemez.
İnsülin direnci ve onunla ilişkili diyabet, hipertansiyon gibi hastalıkların önlenmesinde ve tedavisinde beslenmenin düzenlenmesi önemlidir. Eğer birey, insülin direncinin başlangıç aşamalarındaysa uygun beslenme ve sporla ideal kiloya ulaştığında ve ideal kilosunu uzun vadede koruyabildiğinde, hipertansiyon, diyabet gibi hastalıkların önüne geçmesi mümkün olabilir. Kilo kontrolünü sağlayan birçok beslenme ve spor programları vardır. Temel hedef; günlük kalori tüketimini azaltmak, karbonhidrat dengesini ayarlamak ve beslenme rutinini spor ile dengelemektir. Karbonhidrat dengesindeki amaç, vücuda daha az miktarda glikoz alarak insülin üretiminin uyarımını azaltmaktır.
Dünya’da her geçen gün daha da artan diyabet, hipertansiyon gibi problemlerin temelinde insülin yüksekliği olabilir. Doğru teşhis ve tedavi ile hayatımıza yön vermek oldukça önemlidir.