Televizyonda birçok doğa belgeseli izlemişsinizdir. Vahşi yaşamdan çöldeki yaşama, çöldeki yaşamdan derin sularda yaşayan canlıları tanıtan yüz binlerce belgesel vardır. Her bir belgeselde ise onlarca hatta yüzlerce canlı çeşidi tanıtılmaktadır. Peki, göremediğimiz canlı çeşitleri? Volkanların kızgın lavlarında yaşayan bakteriler, tuz gölünde yaşayan bakteriler ya da okyanuslarda ışıltı saçan algler, göremediğimiz mikro dünyanın popüler canlılarıdır. Dünya üzerinde yaşam, olağanüstü şekilde çeşitlidir.
Biyoçeşitlilik; karadan denize tüm yaşam alanlarında yaşayan canlı organizmalar arasındaki farklılıklardır. Bu farklılıklar; genlerden proteinlere, proteinlerden organizmayı oluşturan birimlere yansıyan çeşitliliktir. "Biyoçeşitlilik" terimini türeten ünlü biyolog ve yazar EO Wilson, bunu "hayatın özü" olarak açıklamıştır.
En az 3,8 milyar yıl önce yaşam serüveni başlamış ve karmaşık bir yaşam ağı gelişmiştir. Yaşamın başlangıç sürecinde prokaryot canlılar yeryüzünde yaşamı oluşturan ilk formlar olarak düşünülmektedir. İlk hücre teorileri, yaşamın başlangıcı ve canlı çeşitliliği biyoloji, kimya ve fizik dallarında araştırma konusudur.
Yaşamın başlangıç noktasından itibaren canlılık çeşitlenmiş su ve karada yayılmışlardır.
Milyonlarca tür; kara, tatlı su ve okyanuslarda yaşamaktadır. İnsanoğlu da dahil olmak üzere tüm türler, birbirleriyle ve yaşadıkları çevreyle olan etkileşimleri ile bir şekilde birbirine bağlıdır. Bu bağımlılık, biyoçeşitlilik kavramını sürekli değişen ve gelişen bir hale getirir.
Canlı türleri görünmez iplerle birbirine bağlıdır diyebiliriz. Bir canlı türünün yok oluşu başka ekosistemde yaşayan canlıları etkiler. Bu duruma arıları örnek verebiliriz, arılar eğer yok olursa bitki çeşitliliği azalacak ve besin ağı dengesi bozulacaktır. Arının taşıdığı polenler ile açan çiçekler meyve verir ve hepimizin bildiği üzere bu meyveler bizim temel besin kaynaklarımızdır. Bu yüzden, “Arılar Yok Olma Tehlikesi Altında” başlıklarını sıklıkla görmekteyiz.
Biyoçeşitlilik yeryüzündeki tüm canlıların çeşitliliği ve bunların etkileşimidir. Biyolojik çeşitlilik, zaman içerisinde türlerin yok olması ve yeni türlerin ortaya çıkması sonucunda değişir. Bu değişim dinamik bir süreçtir.
Biyoçeşitlilik 3 düzeyde incelenir. Bunlar; tür, genetik ve ekosistem çeşitliliğidir. Düzeyler birbiri ile ilişkilidir ve birbirinden ayrılmazlar. Bir düzeydeki değişiklikler diğer düzeylerde değişikliklere neden olabilir. Tür düzeyinde olan yok olma tehlikesi o türün genetik yapısını etkileyebilir ya da genetik yapıda olan bir değişiklik türün hayatta kalmasını sağlayabilir.
Türler, ortak bir atadan gelen ve birbirleri ile çiftleştiklerinde verimli döller verebilen canlı grubu olarak tanımlanmaktadır. Her tür benzersiz özelliklere sahiptir. Canlı sınıflandırma bilimi olan taksonomide en alt basamakta yer alır.
Hala kaç türün var olduğunu ve bunların birbirleriyle ve çevreleriyle nasıl ilişki kurduğunu öğreniyoruz. Dünya üzerinde yaklaşık 10 milyon tür olduğu ve bunların yalnızca 1,9 milyonunun adlandırılmış ve kategorilendirilmiş olduğu tahmin edilmektedir. Bilim insanları, türlerin nesli tükenmeden önce türleri kayıt altına almak istemektedir. Kayıt altına alınan türlerde kendi içinde farklı kategorilerde sınıflandırılmaktadır. Bazı türler öyle özel ve öyle nadirdir ki keşfedilmeleri büyük heyecan oluşturur.
Doğada sadece belli bir bölgede bulunan canlılar endemik türler olarak sınıflandırılır. "Endemik" bir tür belirli bir bölgede bulunur ve başka hiçbir yerde bulunmaz. Örneğin Van'da bulunan ters laleler, Akdeniz bölgesinde bulunan Akdeniz foku, Madagaskar'da bulunan intihar palmiyesi endemik türlerdir. Bilim insanları endemik türleri araştırmaya ve keşfetmeye devam ediyor.
Entomolog (Böcek bilimci) Dr. Jonathan Coddington ve meslektaşları, 2009 yılında Dünyadaki en büyük ağ ören örümceğin (Nephila komaci) keşfini yayınlamışlardır, tür Güney Afrika ve Madagaskar'da görülmüştür. 2012 yılında, Dr. Terry Erwin ve meslektaşları 177 parazitik yaban arısı türü keşfetmişlerdir. Derin denizlerde 2020’li yıllarda keşfedilen birçok canlı türleri vardır. Ayrıca yeni keşfedilen bakteri türleri de güncel makalelerde yayınlanmaktadır. Mikrodan makroya herhangi bir yaşam alanında keşfedilmeyen canlı türleri vardır.
Canlı keşifleri yalnızca bugün ve geleceğe dair değildir. Geçmişte nesli tükenmiş türler fosil çalışmaları ile ortaya çıkmaktadır.
Yeni bir tür keşfedildiğinde ona bilimsel bir isim verilmektedir. Bilimsel adlandırma belirli kurallara göre yapılır. Nominal adlandırma Latincedir. Cins ve tür isimlerinden oluşur. Tür adı, türü diğerlerinden farklı kılan bir özelliğe, türün bulunduğu yere ya da keşfeden kişinin adına göre verilebilir.
İlk olarak cins ismi sonra tür ismi yazılır. Cinsin ismi daima büyük harfle başlar, tür ismi ise küçük yazılır. Buna göre ev kedilerinin bilimsel adlandırması, "Felis domesticus" şeklindedir.
Genetik çeşitlilik, her bireyin ebeveynlerinden miras aldığı ve bir sonraki nesile aktardığı genlerden gelmektedir. Belirli bir türün, nesiller boyunca oluşmuş gen havuzunu ifade eder. Türlerin sahip olduğu genler, türün bireyleri arasında çeşitlilik olarak görülecektir. Mavi göz geni, kahverengi göz geni ve yeşil göz geni genetik havuzumuzda bulunur. Bu genler aile bireyleri arasında çeşitlilik sağlar.
Genetik çeşitliliği doğada farklı canlılarda da gözlemleyebiliriz. Kuşların ötüşü ve tüy renklerinden, elma ve diğer yiyeceklerin renklerine, tatlarına ve dokularına kadar her yerde genetik çeşitlilik bulunur. Canlılardan kalan tüy, tükürük, tırnak ve kemik gibi parçalar DNA parçalarını taşır. Çevrede bulunan DNA kalıntılarına ise çevresel DNA veya eDNA denir.
Ulusal Doğa Tarihi Müzesi tarafından yürütülen çalışmalarda çevreden veya canlılardan DNA toplanmaktadır. Dünya genetik çeşitliliğini korumak ve sergilemek amaçlı yapılan bu çalışmada toplanan DNA’lar dondurularak saklanmaktadır. Koleksiyonda protistlerden, bakterilere, bakterilerden hayvanlara hatta nesli tükenmiş olan canlıların genetik kodları saklanmaktadır.
Genetik çeşitlilik ile tür içinde farklı özellikler ortaya çıkar. Bir papağan türünde çeşitli renkler ve ötüş biçimleri görülür. Bir başka tür olan maymunlarda da benzer bir çeşitlilik görülür. Bu iki canlıya Amazon ormanlarında çekilen belgesellerde rastlamış, hatta maymun ve papağanın yanında birçok canlı türünü de izlemiş olabilirsiniz.
Farklı türlerden bireyler, topluluklar oluşturmak için etkileşime girer. Canlılar çevrenin havası, suyu ve toprağı gibi cansız bileşenleri ile etkileşime girer. Etkileşim sonucu çevre canlı topluluğunun yaşamı için uygun koşullara gelir ve ekosistemi oluşturur. Amazon, bir orman ekosistemidir. Okyanuslarda ise mercan resifleri bir diğer ekosistemdir.
Tropikal ormanlar ve mercan resifleri gibi bazı ekosistemler daha karmaşık yapıdadır ve çok sayıda türe ev sahipliği yapar. Çöller ve Arktik bölgeler gibi diğer ekosistemler ise az sayıda türe sahiptir, ancak bu türlerin tümü ekolojik açıdan önemlidir ve bazıları bu ekosisteme özgüdür.
Canlılığın başlangıcından bugüne dek yaşayan canlı türleri sayamayacağımız kadar çoktur. Bu türlerin kendi içinde genetik çeşitlilik sebebiyle sahip oldukları özellikleri de sayamayız. Peki, böylesi bir biyoçeşitlilik nasıl takip edilebilir?
Elbette, tüm canlı türleri arasındaki biyoçeşitliliği takip edip kategorilendirmek mümkün değildir. Ancak biyoçeşitliliğin araştırılması ve takip edilmesi üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Çevreden toplanan DNA’lar veya canlıların işaretlenip izlenmesi ile takip yapılmaktadır. Dünya üzerinde, farklı bölgelerde yaşayan bilim adamları kendi bölgelerinde gözlem ve takip yaparak toplantılar düzenlemektedir.
Biyoçeşitliliğin tespiti için yapılan çalışmalar, sonsuz keşif potansiyeli barındırıyor. Ancak, iklim değişikliği ve sanayi faaliyetleri gibi nedenlerle biyoçeşitlilik kaybı da artmaktadır. Bilim insanları biyoçeşitliliğin kaybına dair çözüm yolları aramaktadır.