Güneş Sistemi'nin en büyük gezegeni olan ve çıplak gözle görülebilen Jüpiter, Güneş'e yakınlıkta 5. sırada yer almaktadır. Jüpiter'in büyüklüğü, diğer gezegenlerin toplam hacminden çok daha fazladır. En güçlü manyetik alana ve en büyük manyetosfere sahip gezegendir.
Jüpiter'in keşfi, tarih boyunca kaydedilen en önemli gelişmelerden birisi olmuştur. Antik uygarlıklar, çıplak gözle görülebilen en büyük gezegenlerden biri olan Jüpiter'i uzun zamandır bilmekteydiler. Babiller, Mısırlılar, Yunanlılar ve Romalılar, Jüpiter'i gözlemlemiş ve mitolojilerinde bu gezegene yer vermişlerdir.
Modern anlamda Jüpiter'in keşfi, Galileo Galilei'nin 1609-1610 yıllarında yaptığı teleskopik gözlemlerle başlamıştır. Galileo, Jüpiter'in etrafında dönen dört büyük uydusunu (Io, Europa, Ganymede, Callisto) keşfetmiş ve bu keşif, gezegenin sadece bir gezegen değil, aynı zamanda uyduları olan bir gezegen olduğunu göstermiştir. Galileo'nun bu keşifleri, gezegenlerin diğer gezegenlerin etrafında da dönebildiğini ortaya koymuştur. 20. yüzyılda, Jüpiter hakkında toplanan bilgi, uzay sondalarının gezegeni detaylı incelemeleriyle önemli ölçüde artmıştır. 1973'te Pioneer 10, Jüpiter'in ilk yakın gözlemini gerçekleştirmiş, 1979'da Voyager 1 ve 2 sondaları gezegeni daha detaylı bir şekilde incelemiştir. 1995'te Galileo uzay aracı, Jüpiter'in atmosferine girerek önemli veriler kaydetmiş ve 2000'de Cassini uzay aracı, gezegenin manyetosferi ve halkaları hakkında bilgi edinmiştir.
Jüpiter adını Roma mitolojisindeki en büyük tanrılardan biri olan Jupiter'den alır. Jüpiter'in kendisi de Güneş sistemindeki en büyük gezegendir. Jupiter, Yunan mitolojisindeki Zeus'a karşılık gelir. Antik Roma'da, Jupiter, hava ve gök gürültüsü tanrısı olarak kabul edilmiş ve Roma İmparatorluğu'nun en yüce tanrılarından biri olarak görülmüştür.
Jüpiter'in adı, Roma mitolojisindeki bu tanrının adından gelirken, diğer gezegenlerin adları da antik mitolojiden gelir. Örneğin, Venüs, Roma mitolojisindeki aşk tanrıçası Venüs'ten gelirken, Mars, savaş tanrısı Mars'tan gelir. Bu isimlendirme geleneği, astronomik gözlemler ve isimlendirme uygulamalarında oldukça yaygındır ve birçok gezegenin adı mitolojik figürlere dayanır. Jüpiter'in adı da bu gelenek baz alınarak seçilmiştir.
Jüpiter, Güneş Sistemi'nin erken dönemlerinde dev bir gaz ve toz bulutunun çökmesiyle oluşan, Güneş Sistemi diski içinde meydana gelen süreçlerle oluşmuştur. Yaklaşık 4.6 milyar yıl önce, Güneş'in etrafında dönen bu disk içindeki maddeler zamanla çarpışarak ve birleşerek gezegenimsileri oluşturmuştur. Jüpiter'in oluşumunda ilk adım, bir kaya ve buz çekirdeğinin oluşumudur. Bu çekirdek, gezegenin temelini oluşturmuştur ve hidrojen ve helyum gibi gazlar, çekirdek etrafında birikerek gezegenin devasa atmosferini oluşturmuştur. Çekirdek, bu gazları çekmeye devam ederek gezegenin büyüklüğünü artırmış ve Jüpiter'in büyük bir gaz devi olmasına yardımcı olmuştur.
Jüpiter ortalama olarak güneşten yaklaşık 483.682.810 mil (778.412.020 kilometre) uzaklıkta bir yörüngede dönmektedir. Diğer gezegenlere kıyasla daha hızlı dönen gezegen kendi ekseni etrafındaki dönüşünü yaklaşık 10 saatte, yörüngedeki turunu ise yaklaşık 12 yılda tamamlamaktadır.
Atmosfer
Gezegenin büyük çoğunluğu hidrojen ve helyumdan oluştuğu için Jüpiter bir gaz devi olarak sınıflandırılır. Ağırlıklı olarak hidrojenden oluşur. Güneşin ana bileşeni olan hidrojen atmosferin yüzde 90'ını oluşturur. Yaklaşık yüzde 10’u ise helyumdan oluşmaktadır. Atmosferin çok küçük bir kısmı amonyak, kükürt, metan ve su buharı gibi bileşiklerden oluşur. Gezegenin çekirdeği, yoğunlaşmış hidrojen ve helyumdan oluşur ve sıcaklık ve basınç altında sıvı metalik hidrojen formundadır. Bu çekirdek, gezegenin büyük kısmını oluşturan yoğunlaşmış hidrojen gazının üzerindedir. Tüm bunlara ek olarak Jüpiter, neredeyse tamamen gazdan oluşan bir gezegen olması sebebiyle tam olarak katı bir yüzeye sahip değildir.
İklim
Jüpiter'in atmosferi, büyük ölçüde hidrojen ve helyum gazlarından oluşur ve bu atmosfer, geniş, hareketli bulut bantları ve güçlü rüzgarlarla şekillenir. Ekvatoral bölgelerde, doğudan batıya doğru hareket eden hızlı rüzgar kuşakları, gezegenin yüzeyinde geniş, renkli bantlar oluşturur. Jüpiter'in en tanınmış atmosferik özelliği, güney yarımkürede bulunan ve yaklaşık 350 yıldır süren Büyük Kırmızı Leke'dir; bu devasa fırtına, gezegenin atmosferinde sürekli olarak hareket eder.
Jüpiter'in atmosferindeki sıcaklık, gezegenin iç bölgelerinden gelen ısı nedeniyle oldukça değişken olup, üst atmosferde -145°C'ye kadar düşerken, derinliklerde sıcaklık önemli ölçüde artar. Ayrıca, gezegende sık sık büyük ölçekli fırtınalar ve hava olayları görülür, bu da Jüpiter'in atmosferinin aktif ve dinamik olduğunu gösterir.
Manyetosfer
Jüpiter'in manyetik alanı, Dünya'nınkinden 16 ila 54 kat daha güçlüdür. Gezegenle birlikte döner ve elektrik yüklü parçacıkları süpürür. Gezegenin yakınında, manyetik alan yüklü parçacık sürülerini yakalar ve onları çok yüksek miktarda enerji yükleyerek hızlandırır, bu da en içteki uyduları bombalayan ve uzay araçlarına zarar verebilen yoğun bir radyasyon yaratır. Jüpiter'in manyetik alanı aynı zamanda gezegenin kutuplarında Güneş Sistemi'ninde görülen olağanüstü auroralardan bazılarının oluşmasına da neden olur.
Jüpiter’in görünüşündeki en belirgin özelliklerinden biri, kendi etrafında hızla dönen kızıl renkli fırtına bulutlarının neden olduğu Büyük Kırmızı Leke’dir. Bu fırtına Dünya’yı içine alacak kadar büyüktür. Lekeye neden olan fırtınaların ne zaman başladığı ise bilinmemektedir. Büyük Kızıl Leke, günümüzde hızı saatte 650 kilometreye varan rüzgârlara sahiptir ve bu fırtınaların çapı 16.000 kilometrenin üzerindedir.
Büyük Kırmızı Leke'nin ilk keşfi tam olarak belirlenemese de 17. yüzyılda gökbilimci Robert Hooke ve Giovanni Cassini tarafından kaydedilmiştir. Ancak, Büyük Kırmızı Leke'nin daha ayrıntılı ve sistematik gözlemleri, 19. yüzyılın başlarına dayanır. O dönemde, teleskop teknolojisinin gelişmesiyle birlikte, gökbilimciler daha ayrıntılı gözlemler yapabilmişlerdir. Jüpiter En Çok Uydusu Olan Gezegendir
Jüpiter’in tanımlanmış 95 tane uydusu vardır. Bu uydular arasında büyük Galilean uyduları (Ganymede, Callisto, Europa ve Io) ve daha küçük, daha az bilinen iç ve dış uydular bulunmaktadır. Jüpiter'in en büyük uydusu Ganymede, Jüpiter'in çevresinde dönen dört büyük Galilean uydusundan biridir. Jüpiter'in diğer Galilean uyduları da oldukça büyüktür ve gezegenin çevresinde dönerken gözlemlenebilmektedirler.
Ganymede
Ganymede, Jüpiter'in en büyük uydusudur. Dünya'nın uydusu olan Ay'dan bile daha büyük olan Ganymede, 1639 yılında Galileo Galilei tarafından keşfedilmiştir. Ganymede, buz ve kayalıklardan oluşan bir yüzeye sahiptir ve bilim insanlarına göre büyük olasılıkla altında bir su okyanusu bulunmaktadır. Bu özelliği, potansiyel olarak yaşam için uygun bir ortam sağlayabileceği düşüncesinin oluşmasına sebep olmuştur.
Callisto, Jüpiter'in dört büyük uydusundan biridir ve Ganymede'den sonra en büyük ikinci uydudur. Yüzeyi kraterlerle dolu ve yoğun bir buz tabakası ile kaplıdır. Callisto'nun yüzeyi, Güneş Sistemi'ndeki en eski yüzey olarak kabul edilir ve büyük çaplı çarpışmaların izlerini taşır.
Europa, Jüpiter'in bir diğer büyük uydusudur ve Ganymede ve Callisto'nun ardından üçüncü en büyük uydudur. Europa'nın yüzeyi, düzgün ve çatlaklı buz tabakalarıyla kaplıdır ve tıpkı Ganymede uydusu gibi altında sıvı bir su okyanusu olabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle, Europa da potansiyel olarak yaşam için uygun bir aday olarak kabul edilmektedir.
Io, Jüpiter'in dört büyük uydusundan biridir ve en yoğun volkanik aktiviteye sahip olanıdır. Sürekli olarak aktif olan volkanları ve lav göletleri ile dolu olan Io'nun yüzeyi, Güneş Sistemi'ndeki en dinamik ve değişken yüzeylerden biridir. Io'nun iç ısınması, gezegenin gelgit hareketlerinden kaynaklanır ve bu yoğun volkanik aktivitenin nedenidir.
1974 yılında Jüpiter’e gönderilen Pioneer 10 uzay aracı, gezegenin en içte bulunan uydusunun yörüngesindeki yüklü parçacıkların aniden azaldığını tespit etti. Bu durum bilim insanlarına gezegenin çevresinde bir halkanın var olabileceği fikrini verdi. 1979 yılında gönderilen Voyager 1 uzay aracıysa gezegenin Ekvator düzleminden geçerek bu halkanın varlığını doğruladı ve fotoğrafını çekmeyi başardı. 1996-1997 yıllarındaysa Galileo uzay aracı Jüpiter’in toplamda 4 halkaya sahip olduğunu ortaya çıkardı: ana halka, bulut benzeri iç halka ve iç içe geçmiş gibi görünen ince yapıda iki halka.
Araştırmalara göre gezegenin uydularına çarpan göktaşları, bu uydulardan toz parçacıklarının saçılmasına neden oldu. Saçılan bu tozlar tıpkı uydular gibi gezegenin çevresinde bir yörüngeye oturdu. Bunun sonucunda da halkalar oluştu. Bu halkalara zaman zaman uydulardan açığa çıkan toz parçacıklarının eklendiği de ortaya çıkarıldı.