Evren; genç yıldızların mavi-beyaz titremesinden, hidrojen bulutlarının derin kırmızı parıltısına kadar bir ışık denizinde yüzüyor. Onun uzaklığını ve derinliğini hala öğrenmeye, incelemeye çalışıyoruz. İnsan gözü tarafından görülen renklerin ötesinde, x-ışınları ve gama ışınlarının yanıp sönmesi, güçlü radyo patlamaları ve Kozmik mikrodalga arka planının soluk ve sürekli parlaması vardır.
Araştırmalara göre, evren ilk oluştuğunda her ne kadar ışık olsa da ortalıkta hiç renk yoktu. Sıcaklık o kadar yüksekti ki ışık yoğun plazma içine giremiyordu. Çekirdek ve elektronlar, atomlara bağlanabilmek için soğuyana dek renk oluşmadı. Bu soğuma yaklaşık 380.000 yıl aldı.
Gözlemlenebilen evren, o zamana kadar transparan ve 84 milyon ışık yılı genişliğinde bir kozmik hidrojen ve helyum bulutuydu. Bunlara bakarak ilk rengin ne olduğuna dair iyi bir fikir geliştirildi. Evrende ilk zamanlar neredeyse sıcaklık hiç değişmedi ve ışık, kara cisim olarak bilinen dalga boyu dağılımına sahipti.
Algıladığımız renk, sadece orijinal rengine değil aynı zamanda parlaklığına ve gözümüzün karanlığa olan duyarlılığına da dayanır. Eğer ilk ışık zamanına gidebilseydik muhtemelen şömine ışığına benzer turuncu bir alev algılardık. Sonraki yüzyıllar boyunca Evren genişlemeye ve soğumaya devam ederken sönük turuncu alev daha da soldu ve kırmızılaştı. Yaklaşık 400 milyon yıl sonra ilk yıldızlar ortaya çıkmaya başladı ve yeni renkler belirdi. Parlak, mavi beyaz yıldızlar. Yıldızlar ve galaksiler görünüp geliştikçe kozmos yeni rengine bürünüyordu.
2002 Yılında Karl Glazebrook ve Ivan Baldry, evrenin mevcut rengini belirlemek için bugün gördüğümüz tüm yıldız ve galaksilerden gelen ışınların ortalama rengini hesapladılar. Sonuç, kremalı kahveyi andıran soluk ten rengi çıktı. Bu rengi Kozmik Latte olarak adlandırdılar. Şimdi evrenimizin rengini tanımlayabiliyor muyuz?