Konya Bilim Merkezi BilimUp

DNA'nın Şekli Değiştirilebilir Mi?

Ayşe Kübra Gürel Küçükkırlı
11 dk
806

Genetik bilginin emanet edildiği DNA makromolekülünün şekli ve yapısı, organizmaların hayatta kalma potansiyelini ve canlıların karşılaştığı biyolojik ve çevresel sorunlarla baş etme yeteneğini geliştirir. Peki bu özgün yapının şeklinin değişmesi canlıları nasıl etkiler? DNA (Deoksiribonükleik asit), hücrelerdeki genetik bilgiyi taşıyan ve canlı organizmaların ve bazı virüslerin yaşamsal işlevlerini yöneten moleküler bir yapıdır. DNA, çift sarmal yapıda olan ve nükleotit adı verilen yapı taşlarından oluşan uzun, zincir benzeri bir moleküldür. 

Watson ve Crick'in İkili Sarmal DNA Modeli 

DNA; nükleotitler, fosfat grubu, şeker molekülü (deoksiriboz) ve bir azotlu baz içerir. Azotlu bazlar adenin (A), timin (T), guanin (G) ve sitozin (C) olmak üzere dört çeşittir. DNA'nın çift sarmal yapısı, iki polinükleotit zinciri arasında hidrojen bağlarıyla birbirine bağlanan azotlu baz çiftlerinden oluşur. Watson ve Crick, DNA’nın yapısal bütünlüğünü ve stabilitesini koruyan hidrojen bağları ve baz eşleşmesi prensiplerini ortaya koyarak çift sarmal modelini öne sürdüler. İki polinükleotit zinciri, birbirine dönerek çift sarmal yapıyı oluşturur. DNA'da bulunan dört nükleotid baz (adenin, guanin, sitozin ve timin) çiftler halinde eşleşir: adenin timinle ve guanin sitozinle bağ yapar. Adenin ve timin arasında iki hidrojen bağı bulunurken, guanin ve sitozin arasında üç hidrojen bağı bulunur. Bu hidrojen bağları, DNA'nın çift sarmal yapısının korunmasında ve genetik bilgi aktarımında önemli bir rol oynar. DNA'nın bu özgün şekli, genetik bilginin korunması ve hücre bölünmesi sırasında genetik bilginin kopyalanması için uygun bir yapı sağlar.


DNA'nın işleyişi, genetik bilgiyi saklama, kopyalama ve kullanma süreçlerini içerir. İşleyişin temel adımları şunlardır:

1. Replikasyon: Hücre bölünmesi sırasında DNA'nın kendini kopyalaması sürecidir. DNA polimeraz enzimi, açılan iki DNA sarmalını kullanarak eşleşen bazları ekleyerek yeni iki DNA zinciri oluşturur. Bu süreç, genetik bilginin hücreler arasında aktarılmasını sağlar.

2. Transkriptiyon: DNA'daki genetik bilginin, hücrenin protein üretimi için kullanılabilen RNA (Ribonükleik asit) molekülleri şeklinde kopyalanması sürecidir. RNA polimeraz enzimi, DNA sarmalını açar ve nükleotit dizisine uygun şekilde RNA molekülü oluşturur. Bu RNA molekülü, haberci RNA (mRNA) olarak adlandırılır.

3. Translasyon: mRNA molekülünün hücredeki ribozomlar tarafından okunarak amino asit dizisi şeklinde proteinlere dönüştürülmesi sürecidir. Bu süreçte, transfer RNA (tRNA) adı verilen moleküller, mRNA'nın kodonlarına (üç nükleotitten oluşan birimler) uygun amino asitleri taşıyarak ribozomda doğru sırayla peptit bağları ile bağlanırlar. Bu süreç sonunda, amino asit dizisi (polipeptit) protein olarak katlanır ve hücredeki çeşitli işlevleri yerine getirmek için kullanılır.

4. Gen düzenleme: Organizmanın yaşamsal işlevlerini yerine getirmek için belirli genlerin ifade edilmesi veya baskılanması sürecidir. Gen düzenleme, genlerin transkriptiyonu sırasında veya sonrasında gerçekleşebilir. Bu süreç, hücrenin çevresel koşullara ve ihtiyaçlarına göre gen ifadesini düzenlemesine olanak tanır.

5. DNA onarımı: DNA molekülünde meydana gelen hasarların düzeltilmesi sürecidir. DNA, çevresel faktörler (ör. UV ışınları, kimyasallar) ve hücre içi süreçler nedeniyle hasar görebilir. DNA onarım mekanizmaları, bu hasarları tespit eder ve düzeltir, böylece genetik bilginin doğruluğu korunur ve hücre işlevlerinin devamlılığı sağlanır.

6. Rekombinasyon: DNA moleküllerinin kırılma ve yeniden birleşme yoluyla genetik bilginin yeniden düzenlenmesi sürecidir. Bu süreç, genetik çeşitliliği artırarak mutasyon ve genetik hastalıkların önlenmesine katkıda bulunur.

Sonuç olarak, DNA'nın şekli ve yapısı, genetik bilgiyi saklama, ifade etme, kopyalama ve onarma işlevlerini gerçekleştirmeye olanak tanır. DNA'nın işleyişi, organizmaların yaşamsal işlevlerini sürdürmesine ve adaptasyon, genetik çeşitlilik ve değişim süreçlerine katkıda bulunur.

DNA’nın Şekli Oksijen ve Bakır ile Değiştirilebilir

East Anglia Üniversitesi'nde yapılan yeni bir araştırmaya göre, DNA'nın şekli bakır ve oksijen gibi bir dizi tetikleyici ile değiştirilebilir. Genellikle çift sarmal şeklinde olan DNA'nın alternatif yapıları da mevcuttur ve bu yapılar genetik hastalıkların gelişiminde rol oynayabilir. Araştırmacılar, daha önce DNA'nın i-motif adı verilen bir yapıya dönüşmesini sağlayan asiti kullanarak şeklinin değişebildiğini biliyorlardı.


Dr. Zoe Waller ve ekibi, DNA'nın şeklinin bakır tuzları kullanılarak saç tokası adı verilen ikinci bir yapıya dönüştürülebileceğini ve bu değişikliğin EDTA adlı bir madde ile tersine çevrilebileceğini göstermiştir. Bu, DNA'nın bir yerine iki anahtara sahip olabileceğini gösteriyordu. Bu yeni bulgular, oksijen ve C Vitamini benzeri maddelerin de DNA'nın şeklini değiştirebileceğini göstermiştir. Ekip, oksijensiz koşullarda DNA'ya bakır tuzları ekleyerek şeklini i-motifine dönüştürmüş ve oksijene maruz bırakarak i-motiften saç tokasına dönüştürmüştür.

Bu araştırmanın uygulamaları, DNA hesaplamasında mantık kapıları için açma/kapama anahtarları olarak kullanılabilen şekil değişikliklerini içerir. Ayrıca, nanoteknoloji ve malzeme özelliklerinin değiştirilmesi için kullanılabilir.

DNA’nın Şekli Değişirse Ne olur?

DNA'nın şeklinin değişmesi, genetik bilginin işlenmesi ve işlevlerinin yerine getirilmesi üzerinde önemli etkilere sahip olabilir. Bu değişiklikler, doğal süreçlerin bir sonucu olabileceği gibi, çevresel faktörler veya dış müdahaleler nedeniyle de ortaya çıkabilir. DNA'nın şekli ve yapıdaki değişikliklerin sonuçları şunlar olabilir:

1. Gen ifadesinde değişiklikler: DNA'nın şekli, genlerin transkriptiyonunu ve hücrede ifade edilme düzeyini etkileyebilir. Bu, belirli genlerin daha fazla veya daha az aktif olmasına neden olarak, hücre işlevlerinde ve organizmanın genel sağlığında değişikliklere yol açabilir.

2. Protein yapısında ve işlevinde değişiklikler: DNA'nın şeklindeki değişiklikler, proteinlerin amino asit diziliminde ve sonuç olarak proteinlerin üç boyutlu yapısında ve işlevlerinde değişikliklere yol açabilir. Bu, hücrelerin ve organizmaların normal işleyişini olumsuz yönde etkileyebilir.

3. Mutasyonlar: DNA'nın şekli ve yapısındaki değişiklikler, baz çiftleşmesinde hatalara ve mutasyonlara yol açabilir. Bu mutasyonlar, hücrelerin ve organizmaların işleyişini etkileyebilir ve bazı durumlarda genetik hastalıkların veya kanserin gelişimine katkıda bulunabilir.

4. Genetik çeşitlilik: DNA'nın şekli ve yapısındaki değişiklikler, genetik çeşitliliği etkileyebilir ve organizmaların gelişimsel süreçlere uyum sağlamasına yardımcı olabilir. Bu değişiklikler, genetik adaptasyonun ve türlerin değişim ve gelişiminde önemli bir rol oynayabilir.

5. Hücre işleyişinde bozulmalar: DNA'nın şekli ve yapısındaki değişiklikler, hücre bölünmesi, DNA replikasyonu, transkriptiyon ve onarım gibi hücre içi süreçleri etkileyebilir. Bu, hücrelerin ve organizmaların normal işleyişinin bozulmasına ve sağlık sorunlarına neden olabilir.

Sonuç olarak, DNA'nın şeklinin değişmesi, gen ifadesi, protein yapısı ve işlevi, mutasyonlar, genetik çeşitlilik ve hücre işleyişi gibi genetik süreçler ve organizmaların yaşamsal işlevleri üzerinde önemli etkilere sahip olabilir. Peki, DNA yapısal şeklinin değiştirilmesi bu kadar soruna sebep oluyorken bu tür çalışmalar neden yapılıyor? Bu çalışmalar, DNA Nanoteknolojisi alanını kapsar. 

DNA Nanoteknolojisi Nedir?

DNA Nanoteknolojisi, DNA moleküllerinin benzersiz özelliklerini ve yapılarını kullanarak nanometre ölçeğinde yapılar ve cihazlar tasarlamaya ve üretmeye odaklanan bir bilim dalıdır. Bu alanda, DNA kalıtsal bilgi taşıyıcısı olarak değil, yapısal bir malzeme olarak kullanılır ve nükleik asitlerin moleküler tanıma özelliklerini kullanarak yeni moleküler yapılar oluşturmayı amaçlar. DNA nanoteknolojisinin çalışma alanı ve temel hedefleri şunları içerir:


1. Nanoskala yapılar ve materyaller: DNA nanoteknolojisi, DNA'nın öz-kendiliğinden montaj özelliklerini kullanarak karmaşık ve özelleştirilmiş nanoskala yapılar ve materyallerin tasarlanması ve sentezlenmesine odaklanır. Bu yapılar, ilaç salınımı, hücre ve doku mühendisliği, biyosensörler ve fotovoltaik hücreler gibi uygulamalar için kullanılabilir.

2. DNA tabanlı nanomakineler: DNA nanoteknolojisi, DNA bazlı moleküler makineler ve cihazlar oluşturmayı amaçlar. Bu nanomakineler, hareket, sinyal iletimi ve moleküler tanıma gibi spesifik işlevleri yerine getirebilir. Bu tür makineler, hedeflenen ilaç salınımı, hücre içi sinyal iletimi ve gen düzenlemesi gibi alanlarda kullanılabilir.

3. DNA hesaplaması ve bilgi depolama: DNA'nın devasa bilgi depolama kapasitesinden yararlanarak, DNA nanoteknolojisi, verilerin saklanması ve işlenmesi için yeni yöntemler geliştirir. DNA tabanlı bilgisayarlar, büyük miktarda veriyi işleyebilir ve depolayabilir, enerji verimli olabilir ve silikon tabanlı bilgisayarlardan daha küçük olabilir.

4. Biyosensörler ve tanı: DNA nanoteknolojisi, hızlı ve hassas biyosensörler ve tanı araçları geliştirme konusunda önemli bir rol oynar. DNA tabanlı nanosensörler, belirli molekülleri, hücreleri veya patojenleri tespit etmek ve analiz etmek için kullanılabilir.

5. Biyomedikal uygulamalar: DNA nanoteknolojisi, kanser tedavisi, gen terapisi ve rejeneratif tıp gibi biyomedikal uygulamalar için yeni yaklaşımlar geliştirir. DNA nano yapılar, hedefe yönelik ilaç salınımı ve hücre içi taşıma gibi işlemleri gerçekleştirmek için kullanılabilir. 

Bu hedefler, sağlık, enerji, çevre ve bilişim teknolojisi gibi alanlarda yeni ve yenilikçi uygulamaların geliştirilmesine yol açabilir.

Değiştirilmiş i-Motif DNA Nedir?

DNA'nın şekli üzerine yapılan çalışmalar, Watson ve Crick'in DNA'nın B-biçimli çift sarmal olarak var olduğunu öne sürdüklerinden beri giderek artmıştır. Bugün, DNA'nın A ve Z formları dahil olmak üzere alternatif dubleksler, tripleksler, üç ve dört yollu bağlantılar ve dörtlüler gibi pek çok farklı ikincil yapıyı benimseyebildiği bilinmektedir. Bu formlar moleküllerin farklı biçimlerde katlanmasıyla oluşur.

En iyi çalışılan yapı, guanin açısından zengin dizilerde oluşan dörtlü sarmal yapı olan G-dörtlü yapıdır. Telomerik ve gen promotör bölgelerinde bu yapıları oluşturma potansiyeline sahip diziler bulunur ve G-dörtlü yapıların telomerazı inhibe etme ve onkogen ekspresyonunu kontrol etme yetenekleri ile ilişkilendirilmiştir.


Sitozin açısından zengin DNA dizileri ise i-motifler olarak bilinen dörtlü yapıları oluşturabilir. i-Motiflerin in vivo prevalansı (laboratuvar ortamında elde edilmesi) ve hücresel biyolojideki rolleri hakkında daha az bilgi mevcuttur. Gehring, Leroy ve Guéron 1993'te, sitozin açısından zengin dizilerin asidik koşullar altında birbiri içinde dörtlü sarmal yapılar oluşturabileceğini belirtmiştir.

i-Motiflerin katlanması ve açılması pH değişikliklerine duyarlı olduğu için, bu yapılar DNA nanoteknolojisi alanında önemli uygulamaları içerir. i-Motifler, nanomakineler, altın nanopartikül montajı, mantık işlem anahtarları ve canlı hücrelerde pH değişikliklerini haritalamak için kullanılan sensörler gibi uygulamalarda kullanılabilir. Bu kullanım alanları; mekanik hareketler gerçekleştiren veya belirli işlemleri başlatan nanomakinelerin oluşturulmasında, optik, elektronik ve katalitik özelliklere sahip yeni malzemelerin oluşturulmasında, DNA temelli bilgisayarların ve diğer biyoteknolojik cihazların geliştirilmesinde, hücrelerin iç dinamiklerini daha iyi anlamak ve hücre fonksiyonlarını kontrol etmek için kullanılabilecek hassas ve etkili biyosensörlerin geliştirilmesinde önemlidir.

i-Motif yapıları ve kararlılıklarını etkileyen faktörler üzerine yapılan çalışmalar devam etmektedir. Aynı zamanda, i-motif DNA'ya bağlanabilen moleküller üzerindeki araştırmalar, i-motifleri hedeflemek için bileşikler tasarlamayla ilgili zorlukları ele almak amacıyla sürmektedir.

Gelişen biyoteknolojik ve nanoteknolojik gelişmeleri anlamak ve yapılan çalışmaların kamusal ilgilerini eleştirebilmek için temel bilimleri öğrenmek ve DNA gibi makromoleküllerin yapısını anlamak oldukça önemlidir. 

Kaynakça
  1. Henry A. Day, Pavlos Pavlou, Zoë A.E. Waller, i-Motif DNA: Structure, stability and targeting with ligands,Bioorganic & Medicinal Chemistry Volume 22, Issue 16, 15 August 2014, Pages 4407-4418 https://doi.org/10.1016/j.bmc.2014.05.047  
  2. Mahmoud AS Abdelhamid, László Fábián, Colin J MacDonald, Myles R Cheesman, Andrew J Gates, Zoë AE Waller. Redox-dependent control of i-Motif DNA structure using copper cations. Nucleic Acids Research, 2018; DOI: 10.1093/nar/gky390
  3. Prof. Jin-Woo Kim, Dr. Jeong-Hwan Kim, Prof. Russell Deaton, DNA-Linked Nanoparticle Building Blocks for Programmable Matter, Angewandte Chemi, 2011, https://doi.org/10.1002/anie.201102342   
Benzer Makaleler
Bitkiler de Konuşur
Kahve ya da Çay Tercihimizi Genler mi Belirler?
Arılar Kovanlarını Nasıl Koruyor; Propolis ve Arı Sütü
Uyku Gerçekten Dinlendirir Mi?
Hapşırmak Sadece İnsanlara Mı Özgüdür?
Böcekler Neden Işık Etrafında Toplanır?
Aksolotl Semenderleri Beyinlerini Nasıl Yenileyebiliyor?
Acıyı Algılayamayan Beynimiz Nasıl Ağrıyor?
İlk Hücre Teorisi: Yaşam Nasıl Ortaya Çıktı?
İlaçlar Nasıl Onaylanıyor?
ANASAYFA
RASTGELE
KATEGORİLER
POPÜLER
EN YENİLER