Veba yüzyıllar boyunca tüm dünyayı korku içinde bırakan bir çeşit karanlık kıyamet olarak tanınmış ve Dünya nüfusunun ¼’ünü yok etmiş, birçok metropol şehirleri kasabalara çevirmiş ve köyleri metruk viranelere döndürmüştür.
Veba salgını genellikle uzun askeri harekâtlarla ya da yaygın ticaret yollarıyla yayılır. Tarihin kaydettiği en korkunç veba salgını 1337 yılında Issık Göl’de başlamıştır. Moğol istilasını takip eden zamanda birkaç insan “anlaşılmayan” bir sebeple ölmüştür.
Tüccarlar gittikleri yerlere farkında olmadan bu hastalığı taşımışlardı. 1347 yılından itibaren 4 yıl içinde sadece Avrupa’da yaklaşık 20 milyon insan veba pençesine düşüp ölmüştü.
Veba Avrupa’ya ulaşmadan önce Çin, Hindistan, İran, Suriye ve Mısır’da çok etkili olmuş ve burada da önemli zayiatlar verdirmişti. Çin’de ise aynı yıllarda vebadan ötürü nüfus 123 milyondan 65 milyona düşmüştü.
Avrupalıların “kara ölüm” ya da “mahşerin dördüncü atlısı” dediği veba, Doğu Akdeniz limanlarıyla ticaret halinde olan Avrupa’da yine ticaret yollarıyla birbirine bağlantılı olan Konstantinopolis, Roma, Paris ve Londra gibi önemli başkentlerde kâbuslar yaratmıştır.
1897’lerde Alexandre Yersin tarafından keşfedilen yersina basili ile anlaşılan bu vebanın, hava yoluyla ya da pire veya farelerin insan bedenine temas kurmasıyla bulaşmakta olduğu keşfedilmiştir.
Hastalığın semptomları, yüksek ateş, nefes darlığı, göğüs ağrıları, kanlanmalar ve vücudun belli bölgelerinde kabarcık veya büyük çıbanlar olmuştu. Bu hastalığa yakalananlar ölümü beklemekte ve bir hafta içinde de ölmekteydi. Kurtulanlar ise ağır hasarlar alıyordu.
Vebanın sarsıcı baskısı toplumlara karabasan gibi çökmüş, insanlar “Tanrı’nın çıldırdığını” ya da günahlardan dolayı insanlara indirilen felaket olduğuna inanmışlardı. “göklerden ateşler yağdığı” veya “yerin sarsıldığı” gibi ifadeler vebayla ilgili ümitsizliği göstermektedir.